herkesin bir şarkısı olmalı

20 Mayıs 2012 Pazar




BENİ BÖYLE ÇILDIRTAN YÜZÜNDE Kİ 

BAHARDI



*1*
Ünlü filozof Eflatunun “şölen” adlı yapıtında şöyle bir mesel yer alır:İnsanlar başlangıçta küre biçiminde yaratıklardır ve öylesine becerikli,zeki,enerjik ve yaşam doludurlar ki,tanrılar kendilerini tehdit altında hissederler.Bu tehlikeden korunmak için bu küre biçimindeki insanları ortadan ikiye bölerler;insanın başlangıçta ki bütünlüğü kaybolur,biri dişi biri erkek olmak üzere iki tane yarım varlık çıkar ortaya. Bundan böyle bu yaratıklar hep yeniden bütünleşmeye, dişi ile erkeği birleştirmeğe çabalarlar;ve bütün enerjilerini de bu bütünleşme çabasında harcayıp tükettiklerinden ötürü de tanrılar için bir tehlike oluşturmaktan çıkarlar.Bu mesal, aşkla ilgili iki doğruyu dile getirmektedir:birincisi aşkın insanlara bir bütünlük kazandırdığıdır.Aşk,insanları yarımlıktan kurtarırken,onlara yalnızken sahip olamayacakları bir sınırsızlık ve tamamlanmışlık vermektedir.Ama aynı zamanda,bu bütünleşme insanların kendilerini harcamalarına tükenmelerine mal olmaktadır.Aşık olan insanlar her türlü ihtiyat’ı elden bıraktıkları,serveti ve başka alanlarda ki başarıları bir yana ittikleri için sonuçta mutlaka zararlı çıkmaktadırlar."

  
  Pencereleri  açtı  ve deniz’in kokusu anında yüzüne çarptı. Burada ilk günüydü, yeni bir başlangıç yapmaya karar vermiş ve bu onun tahmininden daha büyük bir değişiklik olmuştu.Bu yeni şehrine alışmaya çalışmak ona çok şey kazandıracakmı kaybettirecek mi ,bunu öğrenmesi için beklemek zorundaydı.. Şu anda deniz her şeyle  bir bütündü, gökyüzü ,  bulutlar,  martılar,balık tutmak için denize kayıkları ile açılmış insanlarla.Öyle güzel bir manzaraydı ki  yapılacak işlerini ya da onu bekleyen yeni bir hayatın neler getireceğini düşünmesine dahi engel olmuştu.
Deniz’in kokusunu bir kez daha içine çektikten sonra mutfağa doğru yöneldi, sabahın yedisi için deniz kokusu harika bir başlangıç olmuştu bunu taze bir fincan yeşil çay ile tamamlamak ise huzur vericiydi. Yığılı olan kutuları görmemezlikten gelerek tekrar pencere kenarına döndü ve babaannesi’nin bu evde her zaman huzurla oturduğu koltuğa yerleşti . Koltuğun önünde duran bir sehpa, elişi kutusu ve dedesi  ile babaannesine ait gençlik fotoğrafı, hiçbir zaman yerleri değişmeyecekti. Çünkü, bu ev onlardan  kalan  en değerli mirastı. Her yaz tatilinde annesi ve babası çalıştığı için dedesi ve babaannesi ona bakmış, çocukluğunun , gençliğinin en güzel yıllarını burada yaşamıştı.
Hatıralarla dolu bir eve gelmek  ne kadar doğruydu bilmiyordu ama, burayı özlediği  de bir gerçekti. Bugünü tembelliğe ayıracağını fark etti ve yapılacak işleri onu bekleyen sorumlulukları umursamadan evin huzur dolu sessizliğine bıraktı, tam uykuya dalmak üzereyken  müzik sesi odanın içini doldurdu,  Öyle harika melodisi vardı ki şarkının,  sözlerini de bir müddet sonra duymaya başladı .

Bir zamanlar seni ben deli gibi severdim
O yeşil gözlerine yanar erir biterdim
Benliğimi kemiren gizli bir emel vardı
Beni böylel çıldırtan yüzünde ki bahardı
Fakat şimdi o kızıl dudakların sararmış
Coşan hislerin bile artık dinmiş yıpranmış.
Sorarım sana neden böyle çabuk soldun?
Yıllar seni pek yormuş.
Nen var söyle ne oldun?
Yüzünde ki o bahar,
Rüzgar gibi geçti.
Gönlüne günahların karanlıklarını  sindi.
Ruhun kamçılayan fırtına dindi.
Sanan son bir teselli bu tango şimdi.

Gözlerini açtığında güneşin batışını gördü, koşturmaca içinde geçen bir haftanın yorgunluğu burada onu esir almış müziğin huzur dolu sesi ile uyumuş kalmıştı. Onu yerinden sıçratan ise kapının sesi oldu, yerinden kalktı ve kapıya doğru ilerledi açmadan önce duvarda asılı olan aynaya bakarak kendini kontrol etti ve açmak için kapıya yöneldi.Kapıyı açtı ve karşısında...
*2*

Victor Hugo'dan Juliette Drouet'ye.
31 aralık 1851
Bütün bu karanlık ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz,Juliette 'im.Sevgi istedim getirdiniz, sağ olun!Gizlendiğim yerlerde ,sürekli tehlikede beklemekle geçen gecelerin sonunda,kapımda parmaklarınızda titreyen anahtarın sesini duyduğumda,kötülükler ve karanlıklar yok oluyordu;içeriye ışık giriyordu!Çatışmalara ara verildiğinde yanı başımda olduğunuz o korkunç,ama müthiş tatlı saatleri asla unutmamalıyız.O küçük karanlık odayı,tavandan,duvarlardan sarkan o eski eşyayı,yan yana duran iki koltuğu,masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği,getirmiş olduğunuz soğuk tavuğu yaşamımız boyunca unutmayalım;tatlı konuşmalarımızı,okşamalarınızı ,kaygılarınızı,adanmışlığınızı hep anımsayalım.Beni sakin ve dingin gördüğünüze şaşırmıştınız.Bu sakinlik ve dinginlik nereden geliyor,biliyor musunuz?
Sizden.....

Frida Kahlo'dan Diego Rivera'ya...
23 temmuz 1935
(Şimdi biliyorum ki) bütün bu mektuplar,kızlarla ilişkiler,bana ingilizce! öğretmenleri,çingene modeller,''iyi niyetli'' asistanlar,''uzaklardan gelen tam yetkili elçiler'' yalnızca birer flört ve aslında sen ve ben birbirimizi çok seviyoruz ve bu yüzden sayısız serüven yaşıyoruz,kapıları çarpıyoruz,lanetler okuyoruz,hakaretler ediyoruz;bütün bunlara karşın birbirimizi daima seveceğiz...
Bütün bunlar ,birlikte yaşadığımız yedi yıl boyunca sürekli tekrarlandı,yaşadığım bütün öfke nöbetleri sadece ,sonunda seni canımdan çok sevdiğimi anlamama hizmet etti;yine anladım ki,beni aynı ölçüde sevmesen bile ,bir şekilde seviyorsun.Öyle değil mi?....
Daima bunun sürmesi umudunu taşıyacağım,bu bana yeter.....

Ünlü Fransız yazar Stendhal’den Mathilde’ye: 
“Çok mutsuzum, galiba gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum, sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var, bu da sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendi kendime kızmama neden olan ama bir türlü üstesinden gelemediğim sakarlık. Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde, ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Sizi temin ederim ki, başka hiçbir kadın uzun süredir bu duyguyu uyandırmadı bende. Bu duygu öylesine mutsuz ediyor ki beni, neredeyse artık sizi görmemek zorunda kalmayı ister oldum ve aldığım kararlara karşın, her gün sizin evde bulunmamak için ihtiyatlı olmayı düşünmeye ihtiyacım var. Yarın gidiyorum, sizi unutmaya çalışacağım, eğer elimden gelirse, ama pek başaramıyorum. Çünkü yine bu akşam da sizi görme isteğine karşı koyamadım. Bugün, bütün gün en büyük işim ihtiyatı elden bırakmadan sizi görebilme yollarını aramak oldu. Sizi yanınızdayken değil de, sizden uzaktayken daha çok seviyorum.Sizden uzaktayken bana karşı hoşgörülü ve iyi olduğunuzu düşünüyorum, oysa yanınızdayken varlığınız bu tatlı hayalleri yok ediyor.” 

NAZIM HİKMET’TEN KARISI PİRAYE’YE
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli
Belini sarmayalı
Gözünün içinde durmayalı
Aklının aydınlığına sorula sormayalı
Dokunmayalı sıcaklığına karnının
Yüz yıldır bekliyoor beni
Bir şehirde bir kadın
Aynı daldaydık,aynı daldaydık
Aynı daldan düşüp ayrıldık
Aramızda yüz yıllık zaman
Yol yüz yıllık.
  
Yüz yıllar öncesine ait aşk mektuplarını okuduktan sonra, elinde kalan diğer iki sayfayı okumaya cesaret edemedi.Çünkü onun aşk hikayesi de bu iki sayfa ile başlamıştı ve elinde kalan tek bunlardı. Gözünden süzülen bir damla yaş ile birlikte mektubu katlayıp arkasına yaslandı. Oturduğu koltukta iyice yalnızlığına gömüldü.
Koltuktan sokağı görebiliyor du,öğle saatleriydi ve gökyüzü her zamankine göre daha gri ve daha karanlıktı.Bu ona yalnız olduğunu daha çok hissettiriyordu.Bir taraftan da okuldan evlerine dönen çocukların cır cır sesleri evin içine doluyordu.
Gri gökyüzünü bir kez daha inceledi ve yüzünü buruşturup mırıldandı;
“Anlaşılan gökyüzü ve yalnızlığım bugün bana karşı işbirliği içinde,berbat bir gün” dedi ve kendini toparlamaya ihtiyacı olduğunu düşünüp mutfağa geçti.
Bir fincan çay ve pencere önünde okunan bir kitap her şeyi unutturacak ilaç gibi gelecekti ona.
Demliğe su doldurup ocağı yaktı.Kaynayan su onu çocukluğuna götürdü bir an,çocukluğunda her zaman ısınmak için kullandıkları sobanın üstünde  bir demlik olurdu ve o demliğin çıkarttığı huzur dolu seste uykuya dalardı.
“Ah bugün neyim var benim ”
Hemen çayını alıp anılardan uzaklaşmak için koltuğuna geçip yarıda kalan kitabının sayfasını çevirdi,okumak iyi gelebilirdi,ama aradan dakikalar geçtiği halde birkaç kelimeyi çok zor okudu.Sürekli kendi geçmişi huzuru ve kaçırdıkları aklına geliyor duAnkara da doğmuştu,onun şehriydi burası ve Mamak sokaklarında küçük bir gecekonduda her şeyi öğrenmiş çılgın bir çocukluk yaşamıştı,şimdi ki çocuklar gibi değildi onun dönemi. babası memurdu,annesi ev hanımı ,üç kardeşlerdi ablası kardeşlerin  en zekisiydi her şeye mantıklı tarafından bakarak hareket etmiş,fazla başını belaya sokmamıştı.,şu anda da mutlu bir evliliği ve iki tane çocukları vardı. Erkek Kardeşi de eğlenceli neşeli zeki bir gençti,şu anda da üniversite mezunu olmasına rağmen iş hayatı berbat durumdaydı ama yinede bir şeylerin ucundan tutabiliyordu.Evin en asi kızı Periydi.
 Çocukluğu lüks içinde geçmemişti  zaten lüksün ne olduğunu da  bilmiyordu ona verilen yemekleri yemek alınan kıyafetleri giyinmek ona verilen görevleri yapmak zorundaydı.
Okuluna annesi sadece ilk gününde götürmüş,ondan sonrasında her şeyle kendisi baş etmişti.Okul hayatından o dönemde nefret etmiş,ilkokul öğretmeni berbat bir eğitimciydi,onunda başarılı olabileceğini görmemişti.işin kolayına kaçmış tek seferde anlamayan öğrencilerin infaz kararını vererek,onları arka sıralara görünmeyen yerlere atmıştı. O öğrencileri önde oturan öğrencilere ibret olarak gösterip adeta o durumdan zevk alırcasına sırıttığını hatırlamıştı Peri.